2 Ağustos 2012 Perşembe

HAYVAN-I KÂMİLLER I: PIRTIK



Bu ramazanda keşfim iyice açıldığından, fotoğraflarda filan yükselerek poz verebildiğimden, hayvanlarla hasbıhal edeyim; ne düşünüyorlar, dertleri nedir, dertlerine derman olayım, yaralarını sarayım dedim. Aşağıdaki hikâye mahallemizin kilâbından Pırtık’la olan sohbetimi beyan eder:


Enis: Selamünelyküm canım.

Pırtık: Aleykümselam ağabey. Beni duyabiliyor musunuz ki?

E: Kulaklarımla değil belki ama kalbimle, ruhumla...

P: Maşallah ağabey, İsminiz Süleyman mı?

E: Değil canım, Enis.

P: Memnun oldum ağabey. Bana da Pırtık diyorlar, ama asıl adım Ş. (buradaki isim olası bir benzerlikten ötürü sansürlenmiştir)

E: Ben seni tanıyorum canım, mahalleliyim ben de, çeşmenin karşısında oturuyorum. E ne güzel ismin varmış, bu gerizekâlılar sana neden Pırtık diyor?

P: He, o evde misiniz? Tamam ağabey. Nerden bilsinler ki ağabey, siz söylersiniz bundan sonra, bilirler.

E: Hmm. İnanmazlar ki canım bana, senin de az iddialı ismin yokmuş. Adım deliye çıkar sonra hehheh.

P: Varsın çıksın ağabey, hayvanlarla konuşan, deli yaftasından mı korkacak? Melami meşreplik iyidir.

E: Hmm. Peki canım söyle bir derdin bir ihtiyacın bir şeyin var mı, bu salak insanlar sana iki lokma bir şey vermiyor değil mi?

P: Elhamdülillah ağabey. Olduğu zaman yiyoruz, olmadığı zaman şükrediyoruz. Bir şikâyetim, bir derdim yok. Allah bakıyor bize.

E: Bakmaz mı Rabbim, kurdunun kuşunun rızkını veren Allah, köpeğinin vermeyecek mi, değil mi Ş.’ciğim? Valla sizi daha çok seviyorum oğlum ben, insanlardan. Bu gerizekâlılar seni çok horluyorlar değil mi? Kovan mı dersin, tekme atan mı dersin?..

P: Çok şükür ağabey, bir şikâyetim yok. Bunlar hep olacak. İmtihan dünyası. Öteki tarafta boynuzsuz koç bile boynuzlusundan hakkını alacaksa şekva etmeye ne gerek var. Rabbim her şeyi görüyor.

E: Valla bravo sana Ş. Sen çözmüşsün olayı. Sizi boşuna daha çok sevmiyorum insanlardan.
Anlamışsındır zaten. Bana “sen” de Allasen...

P: Eksik olma ağabey, ama insanları da sev. Herkes tabiatının icabını yapıyor.

E: Bizim evin önünde hep bir kap su durur mesela.

P: Biliyorum ağabey, sağ ol. Arada gelip içiyordum. Ama klima hortumunu kaba koymuşsunuz, klima suyu içilmez, içinde kimyasallar, bakteriler filan olur.

E: Hmm. Babamlar şey etmiş ya, sonra baktık içmeyin yazıyor, çıkardık hemen sonra. Şimdi temiz yani, gel iç.

P: Eyvallah ağabey, içerim.

E: Bak mesela ben nasıl hayvan dostuyumdur, daha bugüne kadar bir hayvana kötü muamele ettiğimi gören olmamıştır.

P: İşte suretlere takılmamak lazım ağabey, bu dünyada kim hayvan, kim insan pek belli olmuyor görünüşten.

E: Nerde bir köpek görsem hemen severim, konuşurum onunla.

P: Hoşt demezsin değil mi?

E: Haşa.

P: H. sizin oturduğunuz evin bahçesine girmiş de geçende, gözlüklü bir ağabey beni kovdu diyor.

E: H. kim oğlum?

P: Ponçik diyorlar, sizin karşınızdaki boksörlerin köpeği.

E: Hay Allah. Kim koyuyor oğlum size böyle janjanlı isimleri? H. deyince ben de insan zannettim. Ben mi kovmuşum?

P: Sizin ailede başka gözlüklü yok bildiğim kadarıyla.

E: He tamam. Oğlum her tarafa yapıyor o afedersin, saklama derdi de yok. Geçen gün bir çıktım bahçeye tam ortasına yapmış.

P: “Hoşt” dedin yani sonuçta.

E: E dedim yani, gitsin başka yere yapsın, ben ekiyorum oraları.

P: Nereye yapsın ki ağabey? Her yer asfalt, beton, kaldırım taşı.

E: Sahibinin bahçesine yapsın.

P: Köpek beslediysen bilirsin ağabey, def-i hacetimizi yemek yediğimiz yere yapmayız.

E: Evet beslemiştik bir ara iki tane, bizim bahçeye hiçbir şey yapmıyorlardı. Elalemin bahçesine gidiyorlardı.

P: H. zaten yavru daha, tuvalet eğitimi alması lazım.

E: Sen bir el atsan bu işe canım he? Bir daha bizim bahçeye girmesin, bak daha yeni nane ektim, kediler de eşeliyor zaten. Bahçe pis pis kokuyor sonra, he paşam?

P: Biz sahipli köpeklere karışmıyoruz ağabey, eğitimi sahibinin sorumluluğunda. Ayrıca mülk Allah’ındır ağabey.

E: He?

P: “Bizim bahçe” dedin de o yüzden dedim. Şimdi sen ekiyorsun, senden sonra kim bilir kimler kullanacak. Aslında hiçbir şey bize ait değil. Bize sadece emanet ediliyor bir kullanımlık. Şimdi öte tarafta H. “beni Allah’ın bahçesinden kovdu, bana kötü muamele etti, ‘hoşt’ dedi, hakkımı istiyorum” dese ne diyeceksin? Helallik istemek aklına geldi mi H.’den?

E: O benim bahçeme s.çarken helallik mi istedi benden?

P: Hâlâ “benim” diyorsun ağabey. Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz şeyler bizi cehenneme götürür. Cehennemin kapıcısının adı o yüzden Malik, yani mülk sahibi. Sen razı ol halinden, Rıdvan ol, cennete gir. Ayrıca bahçe de vakfın bildiğim kadarıyla, eve ait değil...

E: Sen maşallah Pırtık! İlahiyat fakültesinden emekli olunca muhtarlık da yaptın bir dönem herhalde, her bir şeyi biliyorsun, kim bilir daha bildiğin neler vardır, ama arkadaşına bir iki çalı göstermek zoruna gidiyor. İlminden zekât versen azıcık, kuyruğun mu düşer?

P: Adım, dediğim gibi, Ş. ağabey. Ama sen yine istediğini diyebilirsin. Dediğim gibi, H.’nin eğitimi sahibine ait, elimden bir şey gelmez, usûl böyle. Ama H. iyi çocuktur, hakkını helal eder sana, korkma. İlim zekâtına da ihtiyacı yok. Ama sen ne zaman ihtiyaç duyarsan ben buralardayım ağabey.

E: Hadi canım tutmayayım ben seni, işlerin vardır... Kıtmir’e filan selam söyle... İt oğlu it!..

Enis TOMBUL
02/08/2012

15 Mart 2012 Perşembe

Yesterday When I Was Young/Dün Henüz Gençken


Gözde Sarıoğlu'nun seçkisi
Dün Henüz Gençken

Dün henüz gençken hayâtın lezzeti yağmur gibi,
Tatlı tatlı taze taze dilime konmuş idi.
Saçma bir eğlence sandım da sataştım ömrüme,
Kandilin şûlesine akşam değen meltem gibi.
Bin hayal kurdum, mükemmel şeylere kıldım heves,
Bastığım yer hep zayıf, kumdan imiş âh halbuki.
Gece sürdüm ömrümü, kaçtım ziyâsından günün,
Şimdi fark ettim nasıl da yılların geçtiğini.

Dün henüz gençken latif birçok nagam söylenmeyi
bekliyordu; ters, garip, pek çok, birikmiş haz ile.
Ve kamaşmış gözlerim reddetti çok dert görmeyi,
Kaçtım öyle hızlı ki bitmiş zaman, gençlik bile.
Hiç durup fehm etmedim neymiş hayat. Aklımdaki
her muhabbet benle merbut, ben diyordu sadece.

Dün kamer maviydi, her çılgın günüm bir şe'n ile...
O sihirli devremi değnek gibi kullanmışım,
Görmeyip boşluk ve isrâfı, onun fevkınde.
Bir kibirle bir gururla oynadım aşk oy'nunu,
Yaktığım her bir yalım da pek çabuk söndü yine.
Arkadaşlar bir şekilde koptu gitti sanki hep,
Sâde ben kaldım oyun bitsin diye, şu sahnede.
Bende birçok şarkı kaldı hiç terennüm görmeyen,
Şimdi telhimsi bir eşk ihsâsı var şu dilde de.
Vakti geldi, bir hesaplaşmam gerek geçmiş ile,
Dün henüz gençtim, henüz gençtim, henüz gençtim diye...

(fâilâtün/fâilâtün/fâilâtün//fâilün)

Enis TOMBUL
14/03/2012

nagam: nağmeler, şarkılar
fehm etmek: düşünmek, kavramak
merbut: bağlı, hakkında
kamer: ay
şe'n: iş, yeni olan hal
terennüm: söyleme
telh: acı
ihsâs: hissetme
_______________________________
Yesterday When I Was Young
(Eddy Arnold)

Yesterday when I was young
The taste of life was sweet as rain upon my tongue
I teased at life as if it were a foolish game
The way the evening breeze may tease the candle flame
A thousand dreams I dreamed
The splendid things I planned
I always built alas on weak and shifting sand
I lived by night and shunned the naked light of day
And only now I see how the years ran away

Yesterday when I was young
So many lovely songs were waiting to be sung
So many wayward pleasures lay in store for me
And so much pain my dazzled eyes refused to see
I ran so fast that time and youth at last ran out
I never stopped to think what life was all about
And every conversation I can now recall
Concerned itself with me and nothing else at all

Yesterday the moon was blue
And every crazy day brought something new to do
I used my magic age as if it were a wand
That never saw the waste and emptiness beyond
The game of love I played with arrogance and pride
And every flame I lit too quickly quickly died
The friends I made all seemed somehow drift away
And only I am left on stage to end the play
There are so many songs in me that won't be sung
I feel the bitter taste of tears upon my tongue
The time has come for me to pay
For yesterday....when I was young, young, young,......young

3 Şubat 2012 Cuma

Nefs II

Nil değil boklu dere aç içimi bak geçene
Eyliyor âlem-i çirk-âb iki ahbâb el ele
Firavun* Nemrud** ile bir kayık içre geziyor
Su sanıp ol gubur ırmaklarını kat'ediyor

*  Firavun'dan kasıt aslâ Mısır'ınki olamaz
   Yıkanır Zemzem-i Nil'de o, bana eş duramaz
** Adı, İbrahim'i âteş ile pir-pâk edenin
   Semirir ejderi âteşlere yansa, içimin

(feilâtün/feilâtün/feilâtün/feilün)

Enis TOMBUL
3/2/2012

çirk-âb: pis su