Yûnüsler... Onları
sevmeyenimiz var mı? Çehrelerine ilahi bir tebessüm kondurulmuş adeta. Tabiatde
gülümsemesini bilen nadir mahlukattandır yûnüsler. Bir de kürkünü almak için ona
vurmak üzere olan mahluka yine tebessümane bakan fokun ifadesini unutamam. İçinde
kötülük yok ki? Nereden bilsin ki bu sefih mahluk onun derisine tenezzül edip onu
yine başka sefih mahlukların istifadesine sunacak. Neyse, lafı uzatmayalım. İşte
derdlerini dinlemek üzere bir yûnüs merkezine gittim. Orada tanıştığım Prenses’in
derdine derman olmaktı niyetim lakin kim kimin nesine derman oldu, gelin siz
karar verin.
Enis: Ne çektin be Prenses?! Kim bilir seni hangi sazlıktan
kopardılar. Ne ummanların, ne derin maviliklerin, kimlerin, kimlerin vardı?
Prenses: Ben çok küçükken geldim buralara. Oraları hayal
meyal hatırlıyorum. Ama hatırladığım kadarıyla çok güzel yerlerdi. Bilir misin,
yaşlandıkça daha iyi hatırlıyorum. Yine oraya gideceğim bir gün, biliyorum.
E: Ah bırakmazlar ki seni. Nasıl gideceksin?
P: Belki bu vücut kayıtlarıyla veya tahmin ettiğim yere değil
ama belki de daha güzeline, daha güzel bir şekilde gideceğim. Hem evvel neyse
âhir de o değil midir? Sen daha iyi bilirsin.
E: Hayy’dan gelen hû’ya gider derler.
P: İşte. Ben en azından nereden geldiğimi biliyorum, sen
biliyor musun nereden geldiğini?
E: .......
P: Halinden memnun olmak lazım. Benim buraya kapatılmam
belki sana kötü bir şey gibi göründü. Burada öğrendiklerim de yabana atılamaz
ama.
E: A be kızım. Ne öğrendin ki? İnsan denen muhteris mahluku
eğlendirmeyi, şaklabanlık numaraları değil mi? Başka ne ya?
P: Olabilir. Şu adamı görüyor musun? (Eğitmene işaret
ediyor) O benim mürşidimdir. Bana benim kapasitemi gösterdi. Ne yapabilirim, ne
yapamam, nelere kabilim, öğretti. Bunların içinde takla atmak da var, çemberden
geçmek de, şarkı söylemek de, çocuklarla, insanlarla yüzmek, onlara sevgi
vermek de. Karada olsam belki daha çok şey yapardım. Ama benim de kapasitem
budur. Kabın ne kadar büyük olması değildir önemli olan, onu ne kadar
doldurduğundur. Ben de burada kabımı dolduruyorum. Kendimi tanıyorum,
gerçekleştiriyorum.
E: Zoruna gitmiyor mu peki hiç çoluk çocuk eğlendirmek?
Mutlu musun ki burada?
P: Bazen geldiğim yeri çok özlüyorum, gitmek istiyorum
tekrar oraya. Ama burada da bilgim artıyor. Her geçen gün, her gelenle başka
bir şey öğreniyorum. Mesela sen bana insanların, elinde o kadar imkânla yine
mutlu olmayı öğrenemediğini öğrettin. Mutluluk veya mutsuzluk kendi yarattığın
bir şey. Halinden memnun olduğun zaman mutlusun demektir. Ben okyanusta
kalsaydım da kendimden habersiz yaşasaydım daha mı iyiydi mesela?
E: Belki de daha iyiydi. Cahillik mutluluktur derler.
P: Bilemem. Ya seçildik, ya avlandık. Bazımız buraya geldik. Yapacak
bir şey yok. İnsanın elinde bunca imkân varken bunlar hep olacak. Biz de insan
her ne kadar kendinin farkında olmasa da ona hizmetle mükellefiz. Meleklerin
secde ettiğine hizmet etmek benim zoruma gitmez. Sen var buna şaklabanlık de. So
be it.
E: Vay, sen İngilizce de mi bilirsin Prenses?
P: Buraya turistler de gelir. (Eğitmenin talimatıyla Prenses
yanağıma bir öpücük konduruyor. Sevinçten uçacak gibi oluyorum.)
E: Bu içten miydi yoksa formalite icabı mıydı Prenses?
P: Bizim her şeyimiz içtendir. Yüzümüzdeki tebessüm gibi
içimizdeki sevgi de daimdir. Allah bizi insan sevgisiyle yaratmış.
E: Beni sevdin yani, öyle mi Prenses?
P: Sevdim tabii. Ben herkesi severim.
E: Ben de seni çok sevdim Prenses.
P: Gel bir tur daha atalım.
Enis TOMBUL
04/04/2013