4 Nisan 2013 Perşembe

HAYVAN-I KÂMİLLER II: PRENSES


Yûnüsler... Onları sevmeyenimiz var mı? Çehrelerine ilahi bir tebessüm kondurulmuş adeta. Tabiatde gülümsemesini bilen nadir mahlukattandır yûnüsler. Bir de kürkünü almak için ona vurmak üzere olan mahluka yine tebessümane bakan fokun ifadesini unutamam. İçinde kötülük yok ki? Nereden bilsin ki bu sefih mahluk onun derisine tenezzül edip onu yine başka sefih mahlukların istifadesine sunacak. Neyse, lafı uzatmayalım. İşte derdlerini dinlemek üzere bir yûnüs merkezine gittim. Orada tanıştığım Prenses’in derdine derman olmaktı niyetim lakin kim kimin nesine derman oldu, gelin siz karar verin.


Enis: Ne çektin be Prenses?! Kim bilir seni hangi sazlıktan kopardılar. Ne ummanların, ne derin maviliklerin, kimlerin, kimlerin vardı?

Prenses: Ben çok küçükken geldim buralara. Oraları hayal meyal hatırlıyorum. Ama hatırladığım kadarıyla çok güzel yerlerdi. Bilir misin, yaşlandıkça daha iyi hatırlıyorum. Yine oraya gideceğim bir gün, biliyorum.

E: Ah bırakmazlar ki seni. Nasıl gideceksin?

P: Belki bu vücut kayıtlarıyla veya tahmin ettiğim yere değil ama belki de daha güzeline, daha güzel bir şekilde gideceğim. Hem evvel neyse âhir de o değil midir? Sen daha iyi bilirsin.

E: Hayy’dan gelen hû’ya gider derler.

P: İşte. Ben en azından nereden geldiğimi biliyorum, sen biliyor musun nereden geldiğini?

E: .......

P: Halinden memnun olmak lazım. Benim buraya kapatılmam belki sana kötü bir şey gibi göründü. Burada öğrendiklerim de yabana atılamaz ama.

E: A be kızım. Ne öğrendin ki? İnsan denen muhteris mahluku eğlendirmeyi, şaklabanlık numaraları değil mi? Başka ne ya?

P: Olabilir. Şu adamı görüyor musun? (Eğitmene işaret ediyor) O benim mürşidimdir. Bana benim kapasitemi gösterdi. Ne yapabilirim, ne yapamam, nelere kabilim, öğretti. Bunların içinde takla atmak da var, çemberden geçmek de, şarkı söylemek de, çocuklarla, insanlarla yüzmek, onlara sevgi vermek de. Karada olsam belki daha çok şey yapardım. Ama benim de kapasitem budur. Kabın ne kadar büyük olması değildir önemli olan, onu ne kadar doldurduğundur. Ben de burada kabımı dolduruyorum. Kendimi tanıyorum, gerçekleştiriyorum.

E: Zoruna gitmiyor mu peki hiç çoluk çocuk eğlendirmek? Mutlu musun ki burada?

P: Bazen geldiğim yeri çok özlüyorum, gitmek istiyorum tekrar oraya. Ama burada da bilgim artıyor. Her geçen gün, her gelenle başka bir şey öğreniyorum. Mesela sen bana insanların, elinde o kadar imkânla yine mutlu olmayı öğrenemediğini öğrettin. Mutluluk veya mutsuzluk kendi yarattığın bir şey. Halinden memnun olduğun zaman mutlusun demektir. Ben okyanusta kalsaydım da kendimden habersiz yaşasaydım daha mı iyiydi mesela?

E: Belki de daha iyiydi. Cahillik mutluluktur derler.

P: Bilemem. Ya seçildik, ya avlandık. Bazımız buraya geldik. Yapacak bir şey yok. İnsanın elinde bunca imkân varken bunlar hep olacak. Biz de insan her ne kadar kendinin farkında olmasa da ona hizmetle mükellefiz. Meleklerin secde ettiğine hizmet etmek benim zoruma gitmez. Sen var buna şaklabanlık de. So be it.

E: Vay, sen İngilizce de mi bilirsin Prenses?

P: Buraya turistler de gelir. (Eğitmenin talimatıyla Prenses yanağıma bir öpücük konduruyor. Sevinçten uçacak gibi oluyorum.)

E: Bu içten miydi yoksa formalite icabı mıydı Prenses?

P: Bizim her şeyimiz içtendir. Yüzümüzdeki tebessüm gibi içimizdeki sevgi de daimdir. Allah bizi insan sevgisiyle yaratmış.

E: Beni sevdin yani, öyle mi Prenses?

P: Sevdim tabii. Ben herkesi severim.

E: Ben de seni çok sevdim Prenses.

P: Gel bir tur daha atalım.

Enis TOMBUL
04/04/2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder