24 Şubat 2016 Çarşamba

Game of Thrones Destânı




Bekletir bir yıl gelir nisan çıkar taht kavgası
On bölümde bal çalar ağza geçer Game of Thrones

Filme benzer her bölüm hepsi soluksuz macera
Seyrine olmaz doyum, bir iptila Game of Thrones

Heft krallık içre bitmez bir zulüm, cenk, entrika
Bir demirden taht’a nâsı taptırır Game of Thrones

Birbirin yerken kaçar gözden asıl düşmenleri
“Winter is coming” diyü ilân eder Game of Thrones

Kış gelirse Akgezenler de eder rağbet ona
Tahtını çarpar, başında pâreler Game of Thrones

Akgezen-nâm mavi gözlü hortlamış bir mahluğu
Uş musallat eylemiş ussuz başa Game of Thrones

Kışla birlik Akgezen işgal edince ülkeyi
Kırdırır cümle bırakmaz merd ü zen Game of Thrones

Öldürürsen ölmez illâ yakmağı mûcibdürür
Ejdehâ yaksın diyü fehm ettirir Game of Thrones

Nerde ejderhâ deme üç beyzasın elden ele
Daenerys-nâm bir kula etti nasip Game of Thrones

Âteşe yanmaz o dilber ejdehâlar annesi
Pes acaib tali’e dûçâr eder Game of Thrones

Kardaşı kul etti sattı ol vuhûşun pîrine
Soyluya vahşîleri uygun görür Game of Thrones

Kul iken sultân olup ilga edince kulluğu
İşler açtı bâşına, durmaz rahat Game of Thrones

Herkesin sulbü alıp gitmiş iken kalmış yalın
Cümle Targaryen soyun yıkmış ona Game of Thrones

Bir kalın baş Ned Stark vardı, şimâle baş idi
İlk sezonda urdu gitti kellesin Game of Thrones

Cümle evlâdı saçıldı dört yana, kaldı yetîm
Zevcesin, oğlun dahi etti telef Game of Thrones

Joffrey’ye varcam” diyü çıktı yola Sansa Stark
Bir Lannister çâhına gark eyledi Game of Thrones

Zevci kim mahsûl-i ensest bir kral Joffrey, onu
Mâder-i pür-fitneye ısmarlamış Game of Thrones

Hınzıra süstürdü Cersei zevcini, katleyledi
Hınzırın nâmın Kuzen Lancel kodu Game of Thrones

Kardeşinden üç çocuk peydahladı lakin ona
Gösterüptür hepsinin fevt olduğun Game of Thrones

Çün boş oldu Sansa’dan Joffrey alırken nev arûs
Kendi düğ’nünde içirdi zehr ona Game of Thrones

Tyrion nam bir küçük şeytan, boyundan aklı çok
Bir suç isnat etti attı zindana Game of Thrones

Sansa’nın zevci ve gûyâ katiliydi Joffrey’nin
Yine zâ’if kulları her dem korur Game of Thrones

Bok yolunda ok atıp şâha firar etti cüce
Nice şâhı bok yolunda harcatır Game of Thrones

Bir Stannis vardı şâhım diyü hep sürter idi
Her sezonda bir kral itlâf eder Game of Thrones

Taptı âteşine hırsın, duhterin kül eyledi
Bir uzun dilber tiğiyle hakladı Game of Thrones

And içip Catelyn’e, düştü ardına evlâdının
Sansa’nın kûyuna vardırdı onu Game of Thrones

Tarthlı Brienne “yak çerâğı gel halâs ol sen” dedi
Fayda yok; bahtı çerâğın yakmadı Game of Thrones

Joffrey, Tyrion, Baelish’e derken Theon’a vardırıp
Sansa’yı öz yurduna kıldı yaban Game of Thrones

Arya seyyâh oldu ilde ile vardı kim onu
Nîm-kavruk bir “it”e etti refîk Game of Thrones

Geldi âhir tengri-yi binbir surat dergâhına
“Kendözünden geç” diyü telkîn eder Game of Thrones

Kendözünden geçmeden yüz çaldı âmâ kaldı bak
Vermeden almak hesabın gördürür Game of Thrones

Genç Bran köt’rümdür ammâ kurda murga hükmü var
Bir kapı açar kaparsa ötekin Game of Thrones

Jon Snow piçmiş diyorlar annesi malum değil
İtibarın gün be gün te’yîd eder Game of Thrones

Tam da cenge varacakken çıktı buzdan dîvara
Piçle vahşî dâsitânı söyletir Game of Thrones

Çün bey oldu der iken süstü yetîm, ihvân ile
Nice beyler dâsitânı düşmeni Game of Thrones

Çıkmamış candan kesilmez hiç ümit derler ama
Çıkmışından dahi kestirmez ümit Game of Thrones

(fâilâtün/fâilâtün/fâilâtün/fâilün)

E.T.
23/02/2016


heft: yedi
içre: içinde, arasında
cenk: savaş
nâs: insanlar
düşmen: düşman
pârelemek: paralamak, parçalamak
-nâm: isimli
: işte
merd ü zen: kadın ve erkek
mûcibdürür: muciptir, gerekir
ejdehâ: ejderhâ
fehm ettirmek: düşündürmek
beyza: yumurta
pes: imdi, şu halde
tali': talih
dûçâr etmek: uğratmak
ol: o
vuhûş: vahşiler
pîr: baş, başkan
ilga etmek: ortadan kaldırmak, hükümsüz bırakmak
sulp: nesil
şimâl: kuzey
urdu: vurdu
zevce: eş, karı
çâh: kuyu
gark etmek: batırmak
zevc: eş, koca
mahsûl-i ensest: ensest ürünü
mâder-i pür-fitne: işi gücü fitne olan anne
hınzır: domuz
süsmek: boynuzlamak
peydahlamak: meydana getirmek
gösterüptür: gösterecektir
fevt olmak: ölmek
çün: mademki, ne vakit ki
nev arûs: yeni gelin
isnat etmek: (burada) iftira etmek
zâ’if: zayıf
dem: zaman
itlâf etmek: telef etmek, öldürmek
duhter: kız çocuk
tiğ: kılıç
kûy: köy, mahalle, semt
çerâğ: kandil, ışık
halâs olmak: kurtulmak
seyyâh: gezgin
kim: ki
nîm-kavruk: yarı kavrulmuş (yarısı yanmış)
refîk: yol arkadaşı, arkadaş
âhir: sonunda
tengri: tanrı
kendözü: kendisi
murg: kuş
te’yîd etmek: teyit etmek, sağlamlaştırmak
dîvar: duvar
dâsitân: destan
ihvân: kardeşler, can dostlar

4 Nisan 2013 Perşembe

HAYVAN-I KÂMİLLER II: PRENSES


Yûnüsler... Onları sevmeyenimiz var mı? Çehrelerine ilahi bir tebessüm kondurulmuş adeta. Tabiatde gülümsemesini bilen nadir mahlukattandır yûnüsler. Bir de kürkünü almak için ona vurmak üzere olan mahluka yine tebessümane bakan fokun ifadesini unutamam. İçinde kötülük yok ki? Nereden bilsin ki bu sefih mahluk onun derisine tenezzül edip onu yine başka sefih mahlukların istifadesine sunacak. Neyse, lafı uzatmayalım. İşte derdlerini dinlemek üzere bir yûnüs merkezine gittim. Orada tanıştığım Prenses’in derdine derman olmaktı niyetim lakin kim kimin nesine derman oldu, gelin siz karar verin.


Enis: Ne çektin be Prenses?! Kim bilir seni hangi sazlıktan kopardılar. Ne ummanların, ne derin maviliklerin, kimlerin, kimlerin vardı?

Prenses: Ben çok küçükken geldim buralara. Oraları hayal meyal hatırlıyorum. Ama hatırladığım kadarıyla çok güzel yerlerdi. Bilir misin, yaşlandıkça daha iyi hatırlıyorum. Yine oraya gideceğim bir gün, biliyorum.

E: Ah bırakmazlar ki seni. Nasıl gideceksin?

P: Belki bu vücut kayıtlarıyla veya tahmin ettiğim yere değil ama belki de daha güzeline, daha güzel bir şekilde gideceğim. Hem evvel neyse âhir de o değil midir? Sen daha iyi bilirsin.

E: Hayy’dan gelen hû’ya gider derler.

P: İşte. Ben en azından nereden geldiğimi biliyorum, sen biliyor musun nereden geldiğini?

E: .......

P: Halinden memnun olmak lazım. Benim buraya kapatılmam belki sana kötü bir şey gibi göründü. Burada öğrendiklerim de yabana atılamaz ama.

E: A be kızım. Ne öğrendin ki? İnsan denen muhteris mahluku eğlendirmeyi, şaklabanlık numaraları değil mi? Başka ne ya?

P: Olabilir. Şu adamı görüyor musun? (Eğitmene işaret ediyor) O benim mürşidimdir. Bana benim kapasitemi gösterdi. Ne yapabilirim, ne yapamam, nelere kabilim, öğretti. Bunların içinde takla atmak da var, çemberden geçmek de, şarkı söylemek de, çocuklarla, insanlarla yüzmek, onlara sevgi vermek de. Karada olsam belki daha çok şey yapardım. Ama benim de kapasitem budur. Kabın ne kadar büyük olması değildir önemli olan, onu ne kadar doldurduğundur. Ben de burada kabımı dolduruyorum. Kendimi tanıyorum, gerçekleştiriyorum.

E: Zoruna gitmiyor mu peki hiç çoluk çocuk eğlendirmek? Mutlu musun ki burada?

P: Bazen geldiğim yeri çok özlüyorum, gitmek istiyorum tekrar oraya. Ama burada da bilgim artıyor. Her geçen gün, her gelenle başka bir şey öğreniyorum. Mesela sen bana insanların, elinde o kadar imkânla yine mutlu olmayı öğrenemediğini öğrettin. Mutluluk veya mutsuzluk kendi yarattığın bir şey. Halinden memnun olduğun zaman mutlusun demektir. Ben okyanusta kalsaydım da kendimden habersiz yaşasaydım daha mı iyiydi mesela?

E: Belki de daha iyiydi. Cahillik mutluluktur derler.

P: Bilemem. Ya seçildik, ya avlandık. Bazımız buraya geldik. Yapacak bir şey yok. İnsanın elinde bunca imkân varken bunlar hep olacak. Biz de insan her ne kadar kendinin farkında olmasa da ona hizmetle mükellefiz. Meleklerin secde ettiğine hizmet etmek benim zoruma gitmez. Sen var buna şaklabanlık de. So be it.

E: Vay, sen İngilizce de mi bilirsin Prenses?

P: Buraya turistler de gelir. (Eğitmenin talimatıyla Prenses yanağıma bir öpücük konduruyor. Sevinçten uçacak gibi oluyorum.)

E: Bu içten miydi yoksa formalite icabı mıydı Prenses?

P: Bizim her şeyimiz içtendir. Yüzümüzdeki tebessüm gibi içimizdeki sevgi de daimdir. Allah bizi insan sevgisiyle yaratmış.

E: Beni sevdin yani, öyle mi Prenses?

P: Sevdim tabii. Ben herkesi severim.

E: Ben de seni çok sevdim Prenses.

P: Gel bir tur daha atalım.

Enis TOMBUL
04/04/2013

2 Ağustos 2012 Perşembe

HAYVAN-I KÂMİLLER I: PIRTIK



Bu ramazanda keşfim iyice açıldığından, fotoğraflarda filan yükselerek poz verebildiğimden, hayvanlarla hasbıhal edeyim; ne düşünüyorlar, dertleri nedir, dertlerine derman olayım, yaralarını sarayım dedim. Aşağıdaki hikâye mahallemizin kilâbından Pırtık’la olan sohbetimi beyan eder:


Enis: Selamünelyküm canım.

Pırtık: Aleykümselam ağabey. Beni duyabiliyor musunuz ki?

E: Kulaklarımla değil belki ama kalbimle, ruhumla...

P: Maşallah ağabey, İsminiz Süleyman mı?

E: Değil canım, Enis.

P: Memnun oldum ağabey. Bana da Pırtık diyorlar, ama asıl adım Ş. (buradaki isim olası bir benzerlikten ötürü sansürlenmiştir)

E: Ben seni tanıyorum canım, mahalleliyim ben de, çeşmenin karşısında oturuyorum. E ne güzel ismin varmış, bu gerizekâlılar sana neden Pırtık diyor?

P: He, o evde misiniz? Tamam ağabey. Nerden bilsinler ki ağabey, siz söylersiniz bundan sonra, bilirler.

E: Hmm. İnanmazlar ki canım bana, senin de az iddialı ismin yokmuş. Adım deliye çıkar sonra hehheh.

P: Varsın çıksın ağabey, hayvanlarla konuşan, deli yaftasından mı korkacak? Melami meşreplik iyidir.

E: Hmm. Peki canım söyle bir derdin bir ihtiyacın bir şeyin var mı, bu salak insanlar sana iki lokma bir şey vermiyor değil mi?

P: Elhamdülillah ağabey. Olduğu zaman yiyoruz, olmadığı zaman şükrediyoruz. Bir şikâyetim, bir derdim yok. Allah bakıyor bize.

E: Bakmaz mı Rabbim, kurdunun kuşunun rızkını veren Allah, köpeğinin vermeyecek mi, değil mi Ş.’ciğim? Valla sizi daha çok seviyorum oğlum ben, insanlardan. Bu gerizekâlılar seni çok horluyorlar değil mi? Kovan mı dersin, tekme atan mı dersin?..

P: Çok şükür ağabey, bir şikâyetim yok. Bunlar hep olacak. İmtihan dünyası. Öteki tarafta boynuzsuz koç bile boynuzlusundan hakkını alacaksa şekva etmeye ne gerek var. Rabbim her şeyi görüyor.

E: Valla bravo sana Ş. Sen çözmüşsün olayı. Sizi boşuna daha çok sevmiyorum insanlardan.
Anlamışsındır zaten. Bana “sen” de Allasen...

P: Eksik olma ağabey, ama insanları da sev. Herkes tabiatının icabını yapıyor.

E: Bizim evin önünde hep bir kap su durur mesela.

P: Biliyorum ağabey, sağ ol. Arada gelip içiyordum. Ama klima hortumunu kaba koymuşsunuz, klima suyu içilmez, içinde kimyasallar, bakteriler filan olur.

E: Hmm. Babamlar şey etmiş ya, sonra baktık içmeyin yazıyor, çıkardık hemen sonra. Şimdi temiz yani, gel iç.

P: Eyvallah ağabey, içerim.

E: Bak mesela ben nasıl hayvan dostuyumdur, daha bugüne kadar bir hayvana kötü muamele ettiğimi gören olmamıştır.

P: İşte suretlere takılmamak lazım ağabey, bu dünyada kim hayvan, kim insan pek belli olmuyor görünüşten.

E: Nerde bir köpek görsem hemen severim, konuşurum onunla.

P: Hoşt demezsin değil mi?

E: Haşa.

P: H. sizin oturduğunuz evin bahçesine girmiş de geçende, gözlüklü bir ağabey beni kovdu diyor.

E: H. kim oğlum?

P: Ponçik diyorlar, sizin karşınızdaki boksörlerin köpeği.

E: Hay Allah. Kim koyuyor oğlum size böyle janjanlı isimleri? H. deyince ben de insan zannettim. Ben mi kovmuşum?

P: Sizin ailede başka gözlüklü yok bildiğim kadarıyla.

E: He tamam. Oğlum her tarafa yapıyor o afedersin, saklama derdi de yok. Geçen gün bir çıktım bahçeye tam ortasına yapmış.

P: “Hoşt” dedin yani sonuçta.

E: E dedim yani, gitsin başka yere yapsın, ben ekiyorum oraları.

P: Nereye yapsın ki ağabey? Her yer asfalt, beton, kaldırım taşı.

E: Sahibinin bahçesine yapsın.

P: Köpek beslediysen bilirsin ağabey, def-i hacetimizi yemek yediğimiz yere yapmayız.

E: Evet beslemiştik bir ara iki tane, bizim bahçeye hiçbir şey yapmıyorlardı. Elalemin bahçesine gidiyorlardı.

P: H. zaten yavru daha, tuvalet eğitimi alması lazım.

E: Sen bir el atsan bu işe canım he? Bir daha bizim bahçeye girmesin, bak daha yeni nane ektim, kediler de eşeliyor zaten. Bahçe pis pis kokuyor sonra, he paşam?

P: Biz sahipli köpeklere karışmıyoruz ağabey, eğitimi sahibinin sorumluluğunda. Ayrıca mülk Allah’ındır ağabey.

E: He?

P: “Bizim bahçe” dedin de o yüzden dedim. Şimdi sen ekiyorsun, senden sonra kim bilir kimler kullanacak. Aslında hiçbir şey bize ait değil. Bize sadece emanet ediliyor bir kullanımlık. Şimdi öte tarafta H. “beni Allah’ın bahçesinden kovdu, bana kötü muamele etti, ‘hoşt’ dedi, hakkımı istiyorum” dese ne diyeceksin? Helallik istemek aklına geldi mi H.’den?

E: O benim bahçeme s.çarken helallik mi istedi benden?

P: Hâlâ “benim” diyorsun ağabey. Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz şeyler bizi cehenneme götürür. Cehennemin kapıcısının adı o yüzden Malik, yani mülk sahibi. Sen razı ol halinden, Rıdvan ol, cennete gir. Ayrıca bahçe de vakfın bildiğim kadarıyla, eve ait değil...

E: Sen maşallah Pırtık! İlahiyat fakültesinden emekli olunca muhtarlık da yaptın bir dönem herhalde, her bir şeyi biliyorsun, kim bilir daha bildiğin neler vardır, ama arkadaşına bir iki çalı göstermek zoruna gidiyor. İlminden zekât versen azıcık, kuyruğun mu düşer?

P: Adım, dediğim gibi, Ş. ağabey. Ama sen yine istediğini diyebilirsin. Dediğim gibi, H.’nin eğitimi sahibine ait, elimden bir şey gelmez, usûl böyle. Ama H. iyi çocuktur, hakkını helal eder sana, korkma. İlim zekâtına da ihtiyacı yok. Ama sen ne zaman ihtiyaç duyarsan ben buralardayım ağabey.

E: Hadi canım tutmayayım ben seni, işlerin vardır... Kıtmir’e filan selam söyle... İt oğlu it!..

Enis TOMBUL
02/08/2012

15 Mart 2012 Perşembe

Yesterday When I Was Young/Dün Henüz Gençken


Gözde Sarıoğlu'nun seçkisi
Dün Henüz Gençken

Dün henüz gençken hayâtın lezzeti yağmur gibi,
Tatlı tatlı taze taze dilime konmuş idi.
Saçma bir eğlence sandım da sataştım ömrüme,
Kandilin şûlesine akşam değen meltem gibi.
Bin hayal kurdum, mükemmel şeylere kıldım heves,
Bastığım yer hep zayıf, kumdan imiş âh halbuki.
Gece sürdüm ömrümü, kaçtım ziyâsından günün,
Şimdi fark ettim nasıl da yılların geçtiğini.

Dün henüz gençken latif birçok nagam söylenmeyi
bekliyordu; ters, garip, pek çok, birikmiş haz ile.
Ve kamaşmış gözlerim reddetti çok dert görmeyi,
Kaçtım öyle hızlı ki bitmiş zaman, gençlik bile.
Hiç durup fehm etmedim neymiş hayat. Aklımdaki
her muhabbet benle merbut, ben diyordu sadece.

Dün kamer maviydi, her çılgın günüm bir şe'n ile...
O sihirli devremi değnek gibi kullanmışım,
Görmeyip boşluk ve isrâfı, onun fevkınde.
Bir kibirle bir gururla oynadım aşk oy'nunu,
Yaktığım her bir yalım da pek çabuk söndü yine.
Arkadaşlar bir şekilde koptu gitti sanki hep,
Sâde ben kaldım oyun bitsin diye, şu sahnede.
Bende birçok şarkı kaldı hiç terennüm görmeyen,
Şimdi telhimsi bir eşk ihsâsı var şu dilde de.
Vakti geldi, bir hesaplaşmam gerek geçmiş ile,
Dün henüz gençtim, henüz gençtim, henüz gençtim diye...

(fâilâtün/fâilâtün/fâilâtün//fâilün)

Enis TOMBUL
14/03/2012

nagam: nağmeler, şarkılar
fehm etmek: düşünmek, kavramak
merbut: bağlı, hakkında
kamer: ay
şe'n: iş, yeni olan hal
terennüm: söyleme
telh: acı
ihsâs: hissetme
_______________________________
Yesterday When I Was Young
(Eddy Arnold)

Yesterday when I was young
The taste of life was sweet as rain upon my tongue
I teased at life as if it were a foolish game
The way the evening breeze may tease the candle flame
A thousand dreams I dreamed
The splendid things I planned
I always built alas on weak and shifting sand
I lived by night and shunned the naked light of day
And only now I see how the years ran away

Yesterday when I was young
So many lovely songs were waiting to be sung
So many wayward pleasures lay in store for me
And so much pain my dazzled eyes refused to see
I ran so fast that time and youth at last ran out
I never stopped to think what life was all about
And every conversation I can now recall
Concerned itself with me and nothing else at all

Yesterday the moon was blue
And every crazy day brought something new to do
I used my magic age as if it were a wand
That never saw the waste and emptiness beyond
The game of love I played with arrogance and pride
And every flame I lit too quickly quickly died
The friends I made all seemed somehow drift away
And only I am left on stage to end the play
There are so many songs in me that won't be sung
I feel the bitter taste of tears upon my tongue
The time has come for me to pay
For yesterday....when I was young, young, young,......young

3 Şubat 2012 Cuma

Nefs II

Nil değil boklu dere aç içimi bak geçene
Eyliyor âlem-i çirk-âb iki ahbâb el ele
Firavun* Nemrud** ile bir kayık içre geziyor
Su sanıp ol gubur ırmaklarını kat'ediyor

*  Firavun'dan kasıt aslâ Mısır'ınki olamaz
   Yıkanır Zemzem-i Nil'de o, bana eş duramaz
** Adı, İbrahim'i âteş ile pir-pâk edenin
   Semirir ejderi âteşlere yansa, içimin

(feilâtün/feilâtün/feilâtün/feilün)

Enis TOMBUL
3/2/2012

çirk-âb: pis su

28 Kasım 2011 Pazartesi

Gone with the Sin/Bir Vebal Oldu da Gitti


Gözde Sarıoğlu'nun seçkisi

Bir Vebal Oldu da Gitti

Severim benzini ben bembeyaz ah!
Severim nescini benzer buza ah!
Can fedâ gözlerinin her yaşına
Ve vedâ etmene böyle yaşama

Ne güzelsin, ne kadar çok, bebeğim
Dağınık olsa da cismin güzelim
Bir vebal oldu da gitti bebeğim
Bir vebal oldu da gitti güzelim

Taparım gözlerinin ye'sine ben
Bir zamanlar mey-i la'lîn lebe ben
İliğimde tütüyor can şu kokun
Ne güzeldi bu hayattan kaçışın

Ne güzelsin, ne kadar çok, bebeğim
Dağınık olsa da cismin güzelim
Bir vebal oldu da gitti bebeğim
Bir vebal oldu da gitti güzelim


(feilâtün/feilâtün/feilün)

Enis TOMBUL
28/11/2011

nesc: dokunuş
ye's: ümitsizlik
mey-i la'lîn leb: kırmızı şarap gibi dudak
______________________
Gone With the Sin
(HIM)

I love your skin oh so white
I love your touch cold as ice
And I love every single tear you cry
I just love the way you're losing your life

Ohohohohoh my baby, how beautiful you are
Ohohohohoh my darling, completely torn apart
You're gone with the sin my baby and beautiful you are
You're gone with the sin my darling

I adore the despair in your eyes
I worship your lips once red as wine
I crave for your scent sending shivers down my spine
I just love the way you're running out of life

Ohohohohoh my baby, how beautiful you are
Ohohohohoh my darling, completely torn apart
You're gone with the sin my baby and beautiful you are
You're gone with the sin my darling

30 Ekim 2011 Pazar

My All/Her Şeyim



Her Şeyim

Uykusuz uzletim içre seni andım bu gece
Yüreğim doğruyu bilmez seni sevmek suç ise
Çıkamam sende boğuldum bedenin yok ya yine

NAKARAT:
Veririm her şeyimi sen ile tek bir şeb için
Atarım riske hayatım tenini duymak için

Yetişir şarkımızın hâtırasında yaşamak
Veririm her şeyimi ben bu gece sevgin için


Gözüne baktığımı hissediyorsun mu bebiş?
Görürüm canlı ve vâzıh seni zihnim bezemiş
Uzağın yıldıza benzer bu şeb ondan dileyiş

NAKARAT:
Veririm her şeyimi sen ile tek bir şeb için
Atarım riske hayatım tenini duymak için

Yetişir şarkımızın hâtırasında yaşamak
Veririm her şeyimi ben bu gece sevgin için


(feilâtün/feilâtün/feilâtün/feilün)

Enis TOMBUL
30/10/2011

uzlet: yalnızlık
şeb: gece
vâzıh: açık seçik
_______________________
My All
(Carey & Walter Afanasieff)

I am thinking of you
In my sleepless solitude tonight
If it's wrong to love you
Then my heart just won't let me be right
'Cause I've drowned in you
And I won't pull through
Without you by my side


[Chorus:]
I'd give my all to have
Just one more night with you
I'd risk my life to feel
Your body next to mine
'Cause I can't go on
Living in the memory of our song
I'd give my all for your love tonight


Baby can you feel me
Imagining I'm looking in your eyes
I can see you clearly
Vividly emblazoned in my mind
And yet you're so far
Like a distant star
I'm wishing on tonight


[Chorus]